Friday , November 14 2025

Başarıya Feda Edilen Çocukluk

Günümüz çocukları altmışlı yetmişli yılların çocuklarıyla kıyaslanamayacak kadar geniş imkanlara sahipler. Onların ellerindeki imkanları düşündüğümüzde doğal olarak bizden daha çok mutlu olmalarını bekliyoruz. Ama gerçekte durum öyle mi? İmkanları fazla olabilir ama günümüz çocukları yoğun bir baskı ve yarış içerisinde yaşıyorlar.

Gözlemlediğime göre özellikle beyaz yakalı çalışanlar ile maddi durumu iyi ama üniversiteye gitmemiş olan ebeveynlerin çocukları büyük beklentiler altında eziliyorlar. Yetmişli yıllarda doğan çocuklar artık şirketlerde önemli pozisyonlarda çalışıyorlar. Çok fedakar ve firma sadakatı üst düzeyde olan bu beyaz yakalı nesil çeşitli imkansızlıklar içinde tırmalayarak, zorlayarak, sosyal hayatından ödün vererek hak ettikleri pozisyonlara geldiler. Doğal olarak hem toplumda iyi bir statü edindiler hem de iyi maddi imkanlara sahip oldular.

Kendi sahip oldukları kariyer çizgisini çocuklarının da devam ettirmesini istiyorlar. Aslında çocuğunun demek daha doğru olabilir. Çünkü özellikle İstanbul’da çalışan anne babaların çoğunluğunun sadece tek çocukları var. Bu çocuktaki baskıyı daha da arttıran bir unsur. Bazen daha çocuk doğmadan bile planlar yapılabiliyor. Hangi ana okuluna gidecek, hangi spor dalında kendini geliştirecek, keman piyano vs dersleri derken bir dehanın dünyaya geleceği hayali kuruluyor. Kimse açıkça itiraf edemese de herkes kendi çocuğunda çok özel birşeyler olduğunu düşünüyor. Tabiki her çocuk bir değerdir, hepsinin çok özel yetenekleri vardır ama doğan çocukların sadece % 1 ‘i Amerikalıların “gifted” dediği sıradışı yetenek ve zeka ile doğarlar. Normal dağılım eğrisinin en kolay anlatılabileceği alanlardan birisi insanların IQ düzeyi ile ilgilidir. Ortada normal zekalılar yer alır, diğer bir uçta dehalar öbür uçta ise zekaca geri olanlar yer alır. Her ebeveynin çocuğunun eğrinin en ucunda doğacağını beklemesi zaten istatistik bilimine de aykırıdır. Ayrıca bu işin genetik bir boyutu da var. Zeka ve sanatsal yetenekler genelde kalıtım yoluyla nesilden nesile aktarılıyor. Ailenizde nesiller boyu hiç enstrüman çalmayan ve sanata yoğun ilgi duymayan birisi yoksa çocuğunuzun keman virtüözü olmasını hayal etmeyin derim.

Beyaz yakalı ebeveyn ilkokulda olmasa bile çocuğunu ortaokulda özel okula gönderiyor. Okul aidatı, servis ücreti, hafta sonu etüdleri, spor-sanat kursları, yurt dışı gezileri derken nerdeyse ebeveynlerden birisinin maaşı çocuğa harcanıyor. Okulda yapılan testlerin sonuçları ciddi şekilde takip ediliyor. Çocuğun performansıyla beklentiler arasındaki fark açılmaya başladıkça aile endişeleniyor. Çocuk üzerindeki baskı kademeli olarak arttırılıyor. Ayrı odası olan, bilgisayarı, tableti, telefonu, bisikleti, envayi çeşit oyuncağı olan, imkanlar içinde yüzen bu çocuk neden günde bir kaç saatini ders çalışmaya ayırmaz; velisi tarafından anlaşılamıyor. Kendileri türlü imkansızlıklar içinde iyi okullar kazanıp güzel pozisyonlara gelmişlerdi. Şimdi aynı yolu çocukları için çizmek istiyorlar. Sınava doğru yaklaştıkça çocuk üzerindeki stres ve baskı iyice artıyor. Bunun çocuktaki en belirgin yansıması endişe ve kaygı olarak ortaya çıkıyor. Beklenilen sonucu alamayan çocuğun depresyonla tanışması kaçınılmaz sonuç olabilir. TEOG ‘da istediği (ailesinin istediği) liseyi kazanamayan çocuk için iki seçenek var. Özel bir liseye devam etmek ya da düşük puanlı devlet lisesine gitmek. Özel liseye giderse beklenti tekrar yükselmeye başlayacak. Devlet lisesine giderse belki iyi bir ünviersiteyi kazanma şansını yakalayamayacak. Ama iyi üniversiteleri zaten iyi liseleri kazanan çocuklar kazanıyor, bu da ayrı bir gerçek. Özel liseye gittiğini ve iyi bir bölüm kazanamadığını düşünelim. Bu defa da özel universiteye mi gidecek? Öyle olacaksa ebeveynlerden birisi neredeyse 15 yıl boyunca tek bir çocuk için çalışmış olacak. Beklentiler, harcanan paralar ve zaman. Kazanılan bölüm tatmin ediciyse iyi oldu uff denecek ama ya tatmin edici değilse ölü bir yatırım mı acaba?

Üniversite mezunu olmayan ama maddi durumu iyi olan aileler de çok benzer şeyleri yapıyor. Onların kaygısı  da biz okuyamadık bari çocuğum geniş imkanlar içinde iyi bir yer kazansın şeklinde oluyor. Aslında kendi başaramadıkları işleri çocuklarının üzerinden başararak tatmin olmak istiyorlar. Bu ailelerin çocukları bence daha büyük baskı altındalar. Beyaz yakalı ailenin çocuğu bir çizgiyi devam ettirmenin savaşını verirken, diğer çocuk ailesinin hayallerini, yarım kalmış ümitlerini gerçekleştirmenin taşeronluğunu yapmaktadır.

Çocuğa yapılan baskıların arkasında yatan mantık şu: Çok çalışırsan iyi bir lise kazanırsın, iyi bir liseden sonra iyi bir üniversitede güzel bir bölüm kazanırsın. Sonra iyi bir şirkete girip iyi bir pozisyonun ve maaşın olur. Bu mantık kurgusu büyük oranda yanlış. Günümüzde artık biliyoruzki iş hayatındaki başarı IQ ‘dan çok EQ’ya yani duygusal zekaya bağlı. Sağlıklı ilişkiler kurabilmek, empati yapmak, iyimser bakış açısı gibi özellkler kişiyi diğerlerinin karşısında bir adım öteye taşıyor. Elbette iyi bir okuldan alınan diploma güçlü bir anahtar. Fakat daha sonrasında başarıyı garantilemiyor. Yirmi yılı aşkın süredir iş hayatının içerisindeyim. Çok iyi bölümlerden mezun çok başarılı kişiler gördüğüm gibi aynı bölümlerden mezun ama vasatın altında performans gösteren, işten çıkarılan kişiler de gördüm. Ortalama bir bölümden mezun olduğu halde en tepelere gelen sayılamayacak kadar insan var.

Çocuklarımıza kendi hayatlarıyla ilgili kararlarda biraz alan açmalıyız. Sürekli yakın takip altında nasıl sağlıklı bir karar verebilir? Ayakta kalmayı nasıl öğrenebilir? Nihayetinde herkesin sahip olmak istediği şey mutluluk değil mi? Sevmediği, yapmak istemediği bir meslekte ne kadar mutlu olabilir?

Depresyonun, mutsuzluğun sebeplerinden birisi beklentiler ile elde edilenler arasındaki makasın büyüklüğüdür. Çocuktan beklenen başarı büyüdükçe muhtemel hayal kırıklığının yaratacağı riskler de o oranda büyümektedir. Üzerine aşırı şekilde düşülen, sürekli takip edilen adeta üzerine yatırım yapılan çocuk bu baskıyı nereye kadar taşıyabilecek? Şimdinin çocuklarının otuzlu yaşlarda ciddi psikolojik sıkıntılar yaşayacağını düşünüyorum. Bir kısmı ailesinin beklentilerini yerine getiremediği için kendini başarısız ve yetersiz görecek. Bir kısmı ise çok rahat yetişip, herkesin gözü üzerindeyken hayatın gerçekleri ile karşılaştığında hayal kırıklığı yaşayacak. Masal ikliminden gerçeklerin kucağına düşecek. Çocuklara gerekenden fazla ihtimam göstermenin onları adeta tanrılaştırmanın evlatlarımıza yaptığımız büyük bir kötülük olduğunu düşünüyorum.

Çocuklarımızın değeri, kariyerleri ile konuştukları dil sayısı ile ya da çalabildikleri enstrüman sayısı ile orantılı değildir. Onlar evvela insan oldukları için değerlidir. Çok iyi yerler kazanamasalar da, iyi bir kariyer yapamasalar da yine onları çok seveceğimizi hissettirmeliyiz. Onlara karşı olan davranışlarımızın şeklini başarı ya da başarısızlıkları belirmemeli. Tek kriter bizim çocuğumuz olmaları olmalı. Onlara olan sevgimiz koşullara-şartlara bağlı olmamalı. Çocuğumuzu başarı ile takas etmeyelim.

About Oktay Altındiş

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.